A.
İlk İnsan Ve İnsanlığın Atası Olması
C.
Yeryüzünde Halifelik Görevinin Verilmesi
D.
Meleklere Hz. Âdem (A.S.)’A Secde Etmelerinin Emredilmesi
E.
Hz. Âdem (A.S.)’A Secdenin Mahiyeti
G.
Hz. Âdem (A.S.) Ve Hz.Havva’nın Cennete Konulması
H.
Şeytanın Hz. Âdem (A.S.) Ve Hz. Havva’yı Kandırması
I.
Hz. Âdem (A.S.) Ve Hz. Havva’nın Konulduğu Cennet
İ.
Tevbelerinin Kabulü Ve Cennetten Yeryüzüne İndirilmeleri
K.
Hz. Âdem (A.S.)’ın Peygamberliği
İKİNCİ BÖLÜM
HZ. ADEM (A.S.)
A. İlk İnsan Ve İnsanlığın Atası Olması
Kur’ân-ı Kerim’de
anlatılan peygamber kıssalarının birincisi, şüphesiz, ilk peygamber ve aynı
zamanda ilk insan olan Âdem’İn (a.s.) kıssasıdır. Yirmi beş âyette ismen
zikredilen Hz. Âdem’in[1]
kıssası, Bakara, A’râf, İsrâ, Kehf, Tâhâ, Hıcr ve Sa’d sûrelerinde olmak üzere
yedi yerde, kısmen farklı söz ve ifâdelerle anlatılmaktadır. Ancak bu
ifadeler, anlam itibariyle birdir; bu bakımdan aralarında hiç bir tezat yoktur.
Üsluptaki sağlamlığın, anlatımdaki belagatın ve mânâdaki birliğin korunduğu
aynı mânâyı ifade eden bu farklı sözler, Kur’ân-ı Kerim’in i’câzını gösteren
delillerdendir.[2]
Âdem (a.s.)
beşeriyetin atasıdır, insan cinsinden ilk yaratılan odur ve bütün insanlık
onun soyundan türemiştir. Semavî dinler bu hususta müttefiktir. Dolayısıyla
ona, Ebu’l-beşer/İnsanlığın atası künyesi verilmiştir. Onun bir unvanı da,
peygamberlerin insanlar arasından seçilmiş olduklarını ifâde eden
Safîyyullah’tır. Kur’ân-ı Kerim’de topraktan yaratılan Â-dem’in ilk insan
olduğunu gösteren pek çok âyet mevcuttur. Bu âyetlerin bâzılarında Cenab-ı Hak,
bütün İnsanları Âdem’e nisbetle isimlendirerek, onlar için “Ey Âdem
oğulları!” hitabını kullanmıştır:
“Ey Âdem oğullan!
Sizin için, avret yerlerinizi örtecek elbise ve ziynet eşyası yarattık. Takva
elbisesi ise daha hayırlıdır. İşte bunlar, Allah’ın âyetlerindendir. Belki
düşünüp ibret alırlar. Ey Âdem oğullan! Şeytan ebeveyninizi (Âdem’i ve Havva’yı)
avret yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak Cennetten
çıkardığı gibi, sizi de aldatmasın…[3]
“Ey Âdem
oğulları! Her mescide girişinizde, temiz ve güzel elbiselerinizi giyinin.
Yiyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.[4]
Allah Teâlâ, bâzı
âyetlerde ise, insanlığın tamamını tek bir asıldan yarattığını belirterek
Âdem’in ilk insan olduğuna işaret etmiştir:
“Ey insanlar!
Sizi tek bir candan yaratan, ondan eşini var eden ve her ikisinden de bir çok
erkek ve kadın türetip yeryüzüne yayan rabbinizden korkun!…[5]
“Ey insanlar!
Allah sizi, bir tek candan yarattı. Sonra ondan da eşini halketti.[6]
B. Yaratılışı
Kur’ân-ı Kerim, Hz.
Âdem’in yaratılışı hakkında, bir kaç yerde bilgi vermiştir. Bu konuyla İlgili
âyetlerde, onun topraktan[7],
süzme çamurdan,[8] cıvık çamurdan,[9]
çamurdan süzülen bir-özden[10],
kuru çamur ve şekillenmiş balçıktan yaratılmış olduğu[11]
bildirilmiştir. Hz. Peygamber’den (s.a.v.) nakledilen bir rivayete göre ise,
Allah Teâlâ, Âdem’i yeryüzünün muhtelif yörelerinden alman toprak örneklerinin
karışımından yaratmıştır. Bu toprak
çeşitliliğinin, insanların değişik
karakterler taşımaları üzerinde
etkisi vardır.[12] Yine Peygamberimiz,
Kur’ân-ı Kerim’de zikredilmeyen Hz. Âdem’in hangi günde yaratıldığı hususunu da
açıklamıştır. Buna göre O, Cuma günü yaratılmış, Cuma günü Cennete konulmuş,
yine bir Cuma günü Cennetten çıkarılmış, tevbesi aynı günde kabul edilmiş, yine
bir Cuma gününde vefat etmiştir.[13]
Allah Teâlâ, topraktan
yarattığı Adem (a.s.)’ı insan şekline koyduktan sonra ona kendi ruhundan
üflemiştir. Bu üfleme üzerine Âdem (a.s.) birden bire, düşünen ve iradesiyle
hareket eden, et ve kemikten mürekkep bir hüviyet kazanmıştır. Görüldüğü gibi
Âdem (a.s.)’m yaratılışı, diğer insanların yaratılışından farklı olmuştur.
Kur’ân-ı Kerim, Âl-i İmrân suresinin 59. âyetinde, onun yaratılışı ile Hz.
İsa’nın yaratılışı arasındaki benzerlikten bahsetmiştir. Ancak bu benzerlik,
her ikisinin yaratılışmdaki olağan üstülük bakımındandır. Bilindiği gibi, Hz.
İsa’nın yaratılı-şmdaki olağan üstülük, babasız olarak dünyaya gelmesidir.
İlgili âyet ve hadislerde
verilen bilgilerden, Hz. Âdem (a.s.)’m topraktan yaratılışı keyfiyetinin,
belirli bir gelişme seyri takip ettiği anlaşılmaktadır. Ancak bu safhalar ve
zamanlama hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Allah Teâlâ, onu topraktan
ve insan neslinin ilk atası olarak yaratmış, ona akıl ve irâde vererek, manevî,
ahlâkî, zihnî ve psikolojik kabiliyetlerle donatmıştır.[14]
Cinler hariç diğer varlıklarda bulunmayan bu kabiliyetler dolayısıyla da
varlıklar içinde sâdece cinlerle ona ve nesline bir takım sorumluluklar
yüklemiştir. Böyle olunca, insanın bu yaratılış ve kabiliyet farklılığını
reddederek onu diğer canlılar seviyesine indiren teori ve düşünceler, hiç bir
şekilde, İslâm inancı ile bağdaş tınlamaz. Bu teori ve düşüncelerin doğru olması
da mümkün değildir. [15]
C. Yeryüzünde Halifelik Görevinin Verilmesi
Cenab-ı Allah, Âdem’i
yaratmadan önce meleklerine hitap ederek, onlara yeryüzünde kendisine vekaleten
iş görecek bir halife yaratacağını haber vermişti.[16]
Halife, asıl yetkili adına işleri yürüten, onun adına tasarrufta bulunan,
mevcut kanun ve kuralları gerektiği şekilde tatbik ederek düzen ve asayişi
sağlayan görevli demektir. Buna göre yeryüzünde Allah’ın halifesi olmak,
yeryüzündeki imkânları insanların ihtiyaçları için kullanırken, bir temsilci
sıfatıyla, kendisine bu yetkiyi veren Allah’ın istediği şekilde hareket etme
sorumluluğunu da beraberinde getiriyordu. Dolayısıyla bütün bu işleri
yapabilmesi için, yaratılacak halifenin önemli kabiliyet ve güçlerle
donatılması gerekiyordu. Cenab-ı Hak, kendisine halife olarak seçtiği insana,
temelini akıl, ilim ve irâde sıfatlarının teşkil ettiği kabiliyetler lütfetti.
Bu özelliği sayesinde insan, Allah ve peygamberlerinin emirlerine uyduğu
takdirde, yeryüzünü gerektiği şekilde imar edebilir, orada Allah’ın
hükümlerini hâkim kılarak, O’nun istediği hal üzere yaşanmasını sağlayabilirdi.
İnsanları eğitir ve idare eder, bu maksatla diğer bütün canlılardan istifade
edebilirdi. Ancak insan, Allah’ın emir ve yasaklarını bir tarafa bırakır,
kendisine verilen bu yetkiyi, kendi arzu ve menfaati istikâmetinde kullanırsa,
halifelik sınırını aşmış ve haddini tecavüz etmiş olacaktı.
Her ve kilin/halifenin
şerefi, bu vekâleti verenin şerefi ve vekilliğin derecesiyle mütenâsiptir.
Bunun farkında olan melekler, Allah’ın sözlerini duyunca, yaratılacak insana
verilecek halifelik görevi sebebiyle hayrete düştüler. Çünkü onlar, Cenab-ı
Hakk’m, yeryüzünde halifesi kılacağı insana, kendi irâde ve kudret sıfatından
bir takım kabiliyetler vereceğini ve ona diğer yaratıklar üzerinde bâzı
salâhiyetler tanıyacağını anlamışlardı. Bunu tahmin etmekle birlikte melekler,
hikmet ve ihtimaller açıklanmadığı için, insanın halife kılınmasının sebebini
öğrenmek istediler. Kendileri devamlı bir şekilde Allah’ı teşbih ve takdis edip
durdukları halde, kendilerinin değil de, yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak ve
kan dökecek bu yeni yaratığın halife kılınmasının hikmetini anlamak
maksadıyla, şu soruyu sormaktan kendilerini alamadılar:
“Rabb’ın
meleklere, ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım. ‘ dediğinde, ojilar, ‘Biz
Seni teşbih edip dururken, orada fesat çıkaracak, kanlar akıtacak birini mi
yaratacaksın? dediler.’ Bunun üzerine Cenab-ı Allah, ‘Sizin bilmediğinizi ben
bilirim.’ dedi.”[17]
Yüce Allah, meleklere
ayrıca bilmedikleri şeyi bir örnekle açıklamak, küçümsedikleri ilk insanın
kendilerine tercih edilmesinin sebebini anlatmak, akıllarınca yeryüzü
halifeliğine lâyık görmedikleri Âdem’in onlardan daha bilgili ve anlayışlı
olduğunu göstermek istedi. Bu maksatla, kendisine halife olarak yarattığı
Âdem’e yeryüzünde faydalanacağı eşyanın isimlerini, mahiyet ve özelliklerini
öğrettikten sonra, meleklere hitap ederek, zannettikleri gibi yeryüzünün
halifesi olmaya Âdem’den daha lâyık iseler, söz konusu eşyanın isimlerini
söylemelerini emretti. Ancak melekler, cevap veremediler, Bu durum karşısında
hatalarını anladılar ve bu düşüncelerinden dolayı özür dilediler:
“Allah, bütün
isimleri Âdem’e öğretmiş, sonra onları meleklere göstererek, ‘Eğer sözünüzde
doğru iseniz, bunların isimlerini bana bildirin.’ demişti.
(Bunun üzerine
melekler), ‘Ey Rabbimiz! Seni, noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Bizim
bilgimiz, senin bize öğrettiklerinden ibarettir. Biz, ancak senin
öğrettiklerini bilebiliriz. Şüphesiz ki, her şeyi bilen ve her şeyi yerli
yerince yapan sensin.’ dediler.
Yüce Allah, bu defa
Âdem’e, eşyanın isimlerini meleklere a-Çiklamasını emretti. Âdem eşyanın
isimlerini bilince, meleklere hitap ederek şöyle dedi: Size demedim mi ki,
göklerin ve yerin gaybını ancak ben bilirim. Sizin açıkladığınızı da, gizlediğinizi
de ben bilirim.”[18]
Böylece Allah, Âdem
(a.s.)’i yaratıp onu yeryüzünde kendisine halife kılmakla, yeryüzünün
nimetlerini ve sırlarını ortaya çıkararak oradaki bu nimetlerden istifade
edecek, orada kendisine vekâleten emir ve yasaklarını tatbik ederek yeryüzünün
hâkimiyetini elinde tutacak bir varlığı istemişti. Meleklerin değil de Âdem’in
halife kılınmasının yüce hikmeti herhalde bu olmalıydı. Çünkü melekler,
yaratılışları gereği yeryüzündeki .bu nimetlere muhtaç değillerdi. Bu bakımdan
yeryüzünün gizliliklerini araştırmaları ve nimetlerinden istifade etmeleri söz
konusu olamazdı. Melekler, ancak kendilerine verilen vazifelerle ilgili
hususları bilirler ve bunları yerine getirirlerdi.
Hz.Âdem (a.s.)’m
yaratılışıyla ilgili âyetlerdeki, birinin yerine geçen anlamına gelen
“halife” kelimesi ve meleklerin onun yaratılacağını duymaları üzerine
“yeryüzünde karışıklık çıkaracak ve orada kan dökecek birini mi
yaratacaksın?” şeklindeki soruları dolayısıyla, bâzı Islâmî kaynaklarda,
Hz. Âdem’in yaratılmasından önce yeryüzünde insan veya ona benzer
akıllı-şuurlu ve sorumlu bir varlık bulunup-bulunmadığı hususu tartışılmış ve
şu sorular sorulmuştur:
Kur’ân-ı Kerim’de Âdem
(a.s.)’e halife dendiğine göre, acaba daha önce bir insan türü yaşamış, Âdem ve
nesli onların yerine geçirilmiş olabilir mi? Dolayısıyla melekler, Âdem
neslinin fesat çıkarıp kan dökeceğini, bu eski insanlar hakkındaki bilgileri sebebiyle
söylemiş olabilirler mi?
Bu konuyla ilgili
olarak, yeryüzünde Hz.Âdem’den önce, Hin ve Bin veya Tim ve Rim denilen
varlıkların yaşadığına dair bâzı rivayetler aktarılmıştır. İsrâiliyyat ve Eski
İran kültüründen nakledilen bu hikâyelere göre, cinlerden önce yaratılmış olan
bu varlıklar, dünyada fesat çıkarıp birbirlerinin kanlarını akıtmışlar ve bu
yüzden Allah tarafından azaba çarptırılarak toplu bir şekilde helak
edilmişlerdir. Ancak bu rivayetler, asılsızdır. İbn Haldun’un dediği gibi, bu
konularda, Kur’ân-ı Kerim’de verilen bilgiler dışında güvenilir bilgi mevcut değildir.[19]
Müfessirler, meleklerin
Hz.Âdem ve soyu hakkında, daha Âdem’in yaratılmasından önce sahip oldukları bu
bilgilerini, Allah’ın kendilerine önceden haber vermiş olmasına veya onları
daha önce yaratılan ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaran cinlere benzetmelerine ya
da bu konuda Levh-i Mahfuz’da yazılı olanları öğrenmiş olmalarına
bağlamışlardır. Diğer bir görüş ise, günah işlemeyen meleklerin, kendilerinden
farklı varlıkların günah işleyecek bir tabiata sahip olacaklarını düşünmüş
olabilecekleri şeklindedir.[20]
D. Meleklere Hz. Âdem (A.S.)’A Secde Etmelerinin Emredilmesi
Allah Teâlâ, insanın
bu üstün mevkiini ve yeryüzünde halife olmaya en lâyık varlık olduğunu
delilleriyle meleklere gösterdikten sonra, bu şerefi tescil etmek istedi. Bu
maksatla meleklere hitap ederek, yarattığı Âdem için saygı ve hürmet secdesine
kapanmalarını emretti. İnsanın kendilerinden daha üstün bir varlık olduğunu
gösteren bu emir üzerine bütün melekler, yaratılan ilk insan Âdem (a.s.) için
saygı secdesine kapandılar. Bu secdeleriyle, onun şerefini yüceltip, faziletini
itiraf ettiklerini göstermiş oldular. Yalnız, cinlerden olduğu halde[21] o
sırada meleklerle birlikte bulunan İblis, gurur, kibir ve kıskançlığı yüzünden,
Âdem’e secde etmekten kaçındı ve Allah’ın emrine isyan ederek küfre düştü:
“Bir zamanlar biz
meleklere, ‘Âdem’e secde edin’ dedik. İblis hariç hepsi secde ettiler. îblis,
yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.[22]
“Hani rabbin
meleklere demişti ki: ‘Ben, kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan
bir insan yaratacağım. Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz
hemen onun için secdeye kapanın!’ Meleklerin hepsi de hemen secde ettiler.
Ancak İblis hariç! O, secde edenlerle beraber olmaktan kaçındı.[23]
Cenab-ı Allah niçin
secde etmediğini sorunca, İblis, mağrur bir şekilde, kendisinin Âdem’den daha
hayırlı ve üstün olduğunu söyledi. İddiasına delil olarak da, Âdem’in topraktan
yaratılmasına karşılık, kendisinin daha değerli olan ateşten yaratılmış
olmasını İleri sürdü. Allah’ı inkâr etmese de, bu isyanı, kibri ve inadı
sebebiyle, Allah’ın emrine karşı gelerek küfre düşmesi yüzünden Allah
tarafından lanetlenerek Cennetten kovulan İblis, Allah’tan Kıyamet gününe kadar
kendisine mühlet verilmesini istedi.[24]
İstediği mühletin verilmesi üzerine, ihlâs sahibi mü’minlerin dışındaki
insanları azdıracağını açıkladı. Cenab-ı Hak ise, Cehennemi o ve ona uyanlarla
dolduracağını söyledi. Ayrıca, şeytanın taraftarlarına vadettiği şeylerin
aldatmacalardan ibaret olduğunu belirterek, onun ihlâs sahibi mü’min kullara
zarar veremeyeceğini ve bu mü’minlerin yardımcısının bizzat kendisi olduğunu
şöyle açıkladı:
“Hatırla ki,
meleklere, ‘Âdem’e secde edin’ demiştik. îblis’in dışında hepsi secde ettiler.
İblis, ‘Çamurdan yarattığın bir varlığa secde mi ederim?1 dedi. Ve devam etti:
‘Şu benden üstün kıldığına da bir bak! Yemin ederim ki, eğer beni Kıyamete
kadar yaşatırsan, pek azı hariç, onun neslini saptıracağım.’
Allah şöyle dedi:
(Defol) git! Onlardan kim sana uyarsa, cezanız Cehennemdir, ne mükemmel bir
ceza size! Onlardan gücünün yettiğini sesinle yerinden oynat. Atlıların ve
yayalarınla onların üzerine yaygarayı bas; mallarda ve evlatlarda onlara ortak
ol (bunları haram yollardan kazanmaya sevk et). Onlara vaadlerde bulun; aslında
şeytan, insanlara aldatmadan başka bir şey va’detmez. Benim, samimî ve ihlâsîı
kullarıma gelince, senin onları kandırmaya gücün yetmez. Onları koruyucu
olarak rabbin yeter.”[25]
Şeytanın Hz. Âdem’e
secde etmemesi üzerine, onunla Cenab-ı Hak arasında geçen konuşma, küçük
farklılıklarla bir kaç yerde daha zikredilmektedir:
“İblis, ‘Ben kuru
çamurdan oluşan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın bir insana secde edecek
değilim.’ dedi. Bunun üzerine Allah buyurdu: ‘Öyle ise oradan çık!. Artık sen
kovuldun! Muhakkak ki, Kıyamet gününe kadar lanet senin üzerine olacaktır.’
İblis, ‘Ey Rabbim!
Öyle ise, varlıkların tekrar dirileceği güne kadar bana mühlet ver.’ dedi.
Allah, ‘o halde sen, bilinen bir vakte kadar, kendilerine mühlet
verilenlerdensin.’ buyurdu.
İblis dedi ki: ‘Ey
Rabbim! Andolsun ki, beni azdırmana karşılık, ben de yeryüzünde onlara
(günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım. Ancak
onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesna.’
Allah buyurdu: İşte,
bana varan dosdoğru yol budur. Onun gözetimi bana aittir. Şüphesiz kullarım
benimdir. Onların aleyhine sana verilmiş bir hakimiyet yoktur. Ancak
azgınlardan sana uyanlar müstesna. Muhakkak onların hepsine va’dolunan yer Cehennemdir.[26]
“Andolsun ki,
sizi yarattık, sonra şekil verdik, sonra meleklere, ‘Âdem’e secde edin’ dedik;
İblis’ten başka hepsi secde etti, O secde edenlerden olmadı. Allah, ‘Sana
emrettiğim halde, seni secdeden alıkoyan nedir?’ dedi. İblis, ‘Beni ateşten
onu ise çamurdan yarattın, ben ondan üstünüm.’ cevabını verdi.
Allah, ‘Öyle ise, in
oradan. Orada büyüklük taslamaya hakkın yoktur. Çık oradan, çünkü sen
aşağılıklardansın!’ buyurdu. İblis, ‘İnsanların tekrar dirilecekleri güne kadar
bana mühlet ver.’ dedi. Allah, ‘Haydi
sen mühlet verilenlerdensin.’ dedi
İblis şöyle dedi:
‘öyle ise, beni azdırmana karşılık, andolsun ki, ben de onlan saptırmak için,
senin doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım; sonra önlerinden,
aralarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım, (sonunda) çoğunu sana
şükredenler-den bulamayacaksın’dedi.
Allah, ‘Haydi,
yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık! Andolsun ki, insanlardan kim sana
uyarsa, hepinizi Cehenneme dolduracağım!’ dedi.[27]
“Rabbin meleklere
demişti ki: ‘Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım. Onu tamamlayıp, içine
de ruhumdan üfürdü-güm zaman, derhal ona secdeye kapanın!’
Melekler toptan secde
ettiler. Yalnız İblis secde etmedi O, büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu.
Allah, ‘Ey İblis, seni iki elimle yarattığım varlığa secde etmekten alıkoyan
nedir? Böbürlendin mi, yoksa kibirlenenlerden mi idin?’ dedi.
İblis, ‘Ben ondan
hayırlıyım! Beni ateşten yarattın, onu çamurdan, ‘ dedi.
Allah, ‘Çık oradan,
sen artık kovulmuş birisin. Ceza gününe kadar lanetim senin üzerinedir.’
buyurdu.
İblis, ‘Ey Rabbim! O
halde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver!’ dedi.Allah, ‘Haydi
sen zamanı sâdece benim tarafımdan bilinen güne kadar mühlet verilenlerdensin.’
buyurdu.
İblis, ‘Senin mutlak
kudretine andolsun ki, onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların hariç hepsini
mutlaka azdıracağım’ dedi.
Allah, ‘İşte bu
doğrudur. Ben hakikati söyleyeyim, andolsun sen ve sana uyanların hepsiyle Cehennemi
dolduracağım.’ buyurdu.[28]
E. Hz. Âdem (A.S.)’A Secdenin Mahiyeti
İslâmiyet’te Allah’tan
başkasına ibâdet maksadıyla secde etmek küfür sayıldığından, meleklerin Hz.
Âdem’e secdesi, ibâdet secdesi değil, saygı secdesi olarak yorumlanmıştır.
Meleklerin Âdem’e secde etmeleri olayından anlaşıldığı gibi, Allah Teâlâ,
Âdem’i meleklerden daha üstün olarak yaratmış ve onların saygısına değer
özelliklerle donatmıştı. Dolayısıyla melekler, tüm insanlığın temsilcisi
sıfatıyla Âdem’e saygı secdesinde bulunmuşlardı.[29]
Âdem’e verilen bu şeref, aynı zamanda neslinin tamamını ilgilendiren bir
husustur. Yüce Allah, insan oğluna verdiği bu şeref hakkında şöyle
buyurmuştur:
“Şüphesiz ki biz,
Âdem oğlunu muhterem kıldık. Karada ve denizde onlan taşıttık. Helâl ve temiz
şeylerle nzıklandırdık. Onları yarattıklarımızın bir çoğundan üstün
kıldık.”[30]
“Muhakkak ki biz,
insanı en güzel şekilde yarattık. “[31]
Ancak insan, Hz.
Âdem’in sahip olduğu bu şeref ve değeri, Allah’ın emirlerine uyduğu ve
yasaklarından kaçındığı takdirde kazanabilir. İnsan oğlu böyle davrandığı zaman
meleklerin kendisine hizmet edeceğinden ümitli olmalıdır. Şeytanın yaptığı
gibi, kibir ve gurura kapılarak Allah’ın emirlerine karşı gelip, yaratılış
hikmetine aykırı davrandığı takdirde ise, bu şerefini kaybeder; hatta diğer
canlılardan daha aşağı bir seviyeye düşer. Şu âyet, bu gerçeği çarpıcı bir
şekilde ortaya koymaktadır:
“Gerçek şu ki,
biz, Cehennem için, kalpleri olup da gerçeği kavrayamayan, gözleri olup da
göremeyen, kulakları olup da işi-temeyen cinlerden ve insanlardan çok canlar
ayırımsızdır. Bunlar, hayvan sürüsü gibidirler; hatta hayvanlardan da
aşağıdırlar. îşte onlar, gerçek gafillerdir.”[32]
F. Hz. Havva’nın Yaratılışı
Kur’ân-ı Kerim, üç
yerde Havva’nın Âdem (a.s.)’dan yaratıldığını açıklamaktadır:
“Ey insanlar!
Sizi tek bir candan yaratan, ondan eşini var eden ve her ikisinden de birçok
erkek ve kadın türetip yeryüzüne yayan rabbinizden korkun…[33]
“Ey insanlar!
Allah, o kudret sahibidir ki, hepinizi tek bir nefisten (bir Âdem’den)
yarattı. Âdem’den de eşini (Havva’yı) halket-ti. Tâ ki Âdem, eşine ünsiyet
peyda edip, gönlü ona ısınsın, onda teskin olsun.[34]
“Ey insanlar!
Allah, sizi bir tek candan yarattı. Sonra ondan da eşini yarattı. “[35]
Bu üç âyetten
anlaşıldığı gibi, Kur’ân-ı Kerim, sâdece Havva’nın Âdem’den yaratıldığını
bildirmiş; ancak nerede, ne şekilde ve onun neresinden yaratıldığı hususunda
bilgi vermemiştir. Bu konuda nakledilen bâzı hadislerde ise, buna ilâve olarak
Havva’nın Hz. Âdem’in kaburga kemiğinden yaratıldığı bildirilmiştir.[36]
Kur’ân-ı Kerim ve
hadislerde, Havva’nın yaratılışı hakkındaki bilgiler, bunlardan ibaret olduğu
halde, diğer İslâmî kaynaklarda bu konuda geniş malûmat bulunmaktadır. Bu
ilâve bilgilerin kaynağı, tahmin edileceği gibi, yine Ehl-i Kİtap’tan aktarılan
İsrâilî haberlerdir ve dolayısıyla doğru olup-olmadığı belli değildir.
Doğruluğu tartışılır bu haberlere göre, Allah Teâlâ tarafından Cennete
yerleştirilen Âdem orada yalnızdır. Âdem’i uyutan Allah, o uyumakta iken, sol
kaburga kemiğinden, onu yalnızlıktan kurtaracak, onunla ülfet edip onunla
birlikte insan neslinin devamına vesile olacak ilk kadını, yani Havva’yı
yaratır. Âdem uyandığı zaman, başucunda oturmakta olan Havva’yı görür ve
onunla tanışır.[37]
G. Hz. Âdem (A.S.) Ve Hz.Havva’nın Cennete Konulması
Cenab-i Allah, Âdem ve
ondan yarattığı eşi Havva’yı, yeryüzüne göndermeden önce, bir imtihana tabi
tutmak istedi. Bu maksatla onları Cennete yerleştirdi ve orada seçtiği bir
ağacın meyvesiyle imtihan etti. İkisine, açıkladığı ağacın meyvesi hâriç
Cennetin bütün meyvelerinden yiyebileceklerini bildirdi. Bu yasağı
çiğnedikleri takdirde ise kendisi katında zâlimlerden sayılacakları hususunda
uyardı. Bir âlimin ifadesiyle, “Yeryüzünde Allah’ın halifesi olmak üzere
yaratılan insanın imtihanı için en uygun yer Cennet idi. Çünkü bu şekilde ona,
Allah’ın yeryüzündeki halifesi olmak üzere yaratılan insana, uygun yerin
Cennet olduğu; fakat şeytanın aldatıcı sözlerine inanırsa, oradan mahrum
kalacağı gösterilmiş olacaktı. Cenneti
tekrar kazanmanın tek yolu ise, insanı her an saptırmak için fırsat kollayan
düşma-, na karşı başarı kazanmaktı.[38]
Cennette mesut bir hayat sürmeleri için Âdem ve Havva’ya verilen geniş
hürriyet ve buna karşılık tabî tutuldukları önemli imtihan bir âyette şöyle
açıklanmıştır:
“Biz, Âdem’e, ıEy
Âdem, eşinle ikiniz, Cennette yerleşin! İkiniz Cennetin meyvelerinden,
istediğiniz yerden bol bol yiyiniz! Fakat şu ağaca yaklaşmayınız! Eğer bu
ağacın meyvesinden yiyecek olursanız, her ikiniz de zâlimlerden olursunuz!’
dedik.[39]
İnsanlığın ilk
temsilcileri olan Hz Âdem ile Havva, verilen sonsuz nimetler karşılığında,
kendilerince malum olan yasak ağaca yaklaşmamak ve onun meyvesinden yememekle
sorumlu tutulmuşlardı. Verilen emre uymayıp bu yasağı ihlâl ettikleri takdirde
onlara verilecek ceza ise, âyette geçtiği gibi, çok ağır olacaktı: Zâlimlerden
olmak.
Allah Teâlâ, Cennete
yerleştirdiği Âdem ve eşine, şeytana karşı uyanık olmalarını emretmiş, onun
kendilerine büyük kötülükler yapabileceğini de haber vererek onları uyarmıştı.
Yine şeytana uyup bu yüzden Cennetten çıkarılmadıkları takdirde, orada açlık ve
susuzluk çekmeyeceklerini, sıcaktan bunalmayacaklarını ve çıplak
kalmayacaklarını bildirmişti:
“Bunun üzerine,
Ey Âdem! Bu (şeytan), senin ve eşinin düşmanınızdır. Sakın sizi Cennetten
çıkarmasın! Sonra yorulur, sıkıntı çekersiniz. Şimdi burada senin için, ne
acıkmak vardır ne de çıplak kalmak. Yine burada sen, susuzluk çekmeyecek, sıcaktan
da bunalmayacaksın.[40]
H. Şeytanın Hz. Âdem (A.S.) Ve Hz. Havva’yı Kandırması
Yüce Allah tarafından
Âdem ve eşi Havva için konulan bir imtihandan ibaret bu yasak, ilk insan ve
neslinin en büyük düşmanı olan İblis’i/şeytanı harekete geçirmişti. Kendisi
Allah’ın rahmeti ve Cennetinden kovulmuşken, baştan itibaren kıskandığı ve
önünde eğilmekten kaçındığı Âdem ve eşinin Cennete konulmasına hiç tahammülü
yoktu. Allah’ın nimetlerinden u-zaklaştıriknasının sebebi olarak gördüğü Âdem’i
ve eşini de Cennetten çıkarmaya kesin karar vermişti. Allah’ın onlar için
koymuş olduğu yasağı çiğnemeleri için o ikisine vesvese vermeye başladı. Onları
aldatabilmek için dostça davranarak her türlü yolu denedi; menfaatleri için
çalıştığına yeminler ederek, neticede onları en zayıf noktalarından yakaladı.
Onların zayıf noktaları, âyette belirtildiği gibi, melek olmak veya Cennette
ebedî kalmak arzusuydu. Şeytan onların bu iki arzusunu tahrik ederek Âdem ve
Havva’ya şöyle demişti:
“İyi biliniz ki,
rabbiniz bu ağacın meyvesinden yemenizi; ancak sizin iki melek olmanızı, yahut
Cennette ebedî kalmanızı istemediğinden yasak etmiştir. Başka bir sebep için
değil!
Ve o ikisine ‘Emin
olunuz! Ben, bunu sizin iyiliğiniz için söylüyorum, ben size öğüt verenlerdenim.’
diye yemin etti.[41]
“Derken şeytan
onun aklım karıştırıp şöyle dedi: Ey Âdem! Sana ebedîlik ve sonu gelmez bir
saltanatı sağlayacak bir ağacı göstereyim mi?[42]
Şeytan, bu yoğun
gayretleri sonunda Âdem ile Havva’yı kandırdı ve ikisini yasak ağacın
meyvesinden yemeye ikna etti. Kendilerine olan düşmanlığını unutup şeytanın
tuzağına düşen Âdem ile Havva, onun sözlerine kanarak Allah tarafından yasaklanmış
ağacın meyvesinden yemeye karar verdiler. Ancak, daha bu meyveyi tattıkları
sırada, hiç beklemedikleri bir şey oldu ve her ikisinin de avret mahalleri
açılıverdi.[43] Bunun üzerine, büyük bir
telâş ve acelecilik içinde, açılan avret yerlerini örtmek için yaprak toplamaya
başladılar. Artık onlar, şeytana aldanmakla bu ilk imtihanı kaybetmişler ve bu
yüzden Allah Teâlâ’nm azannı haketmişlerdi:
“Böylece, şeytan,
ikisini aldatarak (yasak) ağacın meyve-, sinden yemeye sevk etti. Ve ikisinin o
ağacın meyvesinden tatmaları üzerine, avret yerleri onlara göründü. Cennet
yapraklanyla ayıp yerlerini örtmeye başladılar. Bunun üzerine rableri onlara
şöyle nida etti: Ben ikinize, bu ağacın meyvesinden yemenizi yasak etmedim mi?
Ve ikinize, şeytan, ikinizin apaçık bir düşmamnızdır, demedim mi?[44]
Şeytanın Âdem’i
aldatması, bir başka yerde şöyle açıklanır: “Şeytan Âdem’e vesvese
vererek, ‘Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacım ve ebedî bir mülkü göstereyim mi? dedi.
Bunun üzerine ondan yediler. Yiyince, kendilerine avret yerleri açüıverdi.
Derhal üstlerini Cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar. Ve böylece Âdem,
rabbinin sözünü tutmamış oldu, bu sebeple de önemli bir hataya düştü..[45]
Şeytanın iğvâlanna
aldanan Âdem ile Havva’nın yasak ağacın meyvesini yemeleri ve bunun üzerine
başlarına gelen durum hakkında Kur’ân-i Kerim’in verdiği bilgi bunlardan
ibarettir. Görüldüğü gibi, yaratılışından itibaren Âdem’i kıskanan ve Allah’ın
emrine karşı gelerek ona saygı secdesinde bulunmaktan kaçınan şeytan, bu defa
da onu aldatarak yasak meyveden yemesine ve dolayısıyla günah işlemesine sebep
olmuştur. Az önce geçtiği gibi, Tâhâ suresinin 120. âyetinde şeytanın, önce
Âdem’e giderek, vesvese verdiği, ardından ikisinin birlikte yasak ağacın meyvesinden
yedikleri belirtilmiş; Bakara suresinin 36. ve A’raf suresinin 20. âyetlerinde
ise, şeytanın ikisine birden vesvese verdiği ve ikisini birlikte aldattığı
ifâde edilmiştir. Yani Tevrat’taki gibi şeytanın önce Havva’yı kandırdığı,
sonra da onun vasıtasıyla Âdem’i yoldan çıkardığı şeklinde, suçun işlenmesinde
Havva’nın zaaflarını öne çıkaran ve suçu neredeyse onun üzerine yıkan bir bilgi
verilmemiştir.[46] Bunun neticesindedir ki,
Yahudi-Hıristiyan geleneğinde ilk kadın olan Havva’nın ayartıcı ve baştan
çıkarıcı olarak takdim edilmesine karşılık, Kur’ân-ı Kerim’e göre, Cennetten
kovulmalarıyla sonuçlanan olaylarda Âdem ile Havva eşit bir şekilde sorumlu
tutulmuş; hatta vahye muhatap olması sebebiyle asıl sorumluluk Âdem’e ait
olduğu için, şeytanın doğrudan ona hitap ettiği bildirilmiş ve Havva’ya
hitabından söz edilmemiştir.[47]
Kur’ân’da ve sahih
hadislerde, şeytanın Cennete nasıl girdiği ve Âdem ile Havva’yı ne şekilde
kandırdığı konularında bilgi mevcut değildir. Diğer İslâm kaynaklarının bu
konularda aktardığı bilgiler, genellikle tahrif edilmiş Yahûdî kaynaklarına
dayanır. Tevrat’a göre kır hayvanlarının en hilekârı olan yılan -ki bu yılan
Yeni Ahid’e göre şeytandır.[48]
Aden’deki cennettd/bahçede yaşamakta olan Havva’nın yanma yaklaşarak onu yasak
ağacın meyvesinden yemeye ikna etmiştir. Daha sonra da Havva, kocası Âdem’e
yasak meyveden yedirmiştir.[49]
Kur’ân-ı Kerim,
yasaklanan ağacın cinsi ve mâhiyeti hakkında da bilgi vermemiştir. Kur’ân’da,
yalnızca şeytanın bu ağacı, Âdem ile Havva’yı kandırabilmek için ebedîlik
ağacı[50] ve
melek olmalarını sağlayacak ağaç[51]
olarak tanıttığı ifadeleri yer almakta; ancak şeytanın bu kanâatinin doğru
veya yanlışlığı açıklanmamaktadır. Bu hususta hadislerde de bilgi yoktur.[52]
Diğer İslâmî kaynaklar ise, yahûdî metinlerine dayanarak, bu ağacın, ilim,
hayrı-şerri bilme ağacı, üzüm asması, buğday, incir ağacı veya diğer cins bir
ağaç olduğuna dair rivayetler nakletmişler, bu kabilden çok sayıda ağacın
ismini saymışlardır.[53]
Hıristiyanlar-dan nakledilen bir anlayışa göre ise, yasak ağaç meselesi, cinsî
yaklaşımdan kinayedir.[54]
Kur’ân-ı Kerim, Âdem
ile Havva’nın yasak ağacın meyvesinden yemeleri üzerine açılan avret
mahallerini, Cennet yaprak-lanyla örtmeye çalıştıklarını bildirmekte;[55]
ancak bu yaprakların hangi ağaca ait olduğunu belirtmemektedir. Bu konuda hadis
de nakledilmemiştir. Dolayısıyla bu hususta diğer eserlerde yer a-lan incir
yaprağı veya diğer bâzı ağaçların yaprağıyla ilgili rivayetler, Kur’ân veya
sünnete dayanmaz. Bu bilgiler tümüyle Tevrat’tan alınmıştır. Nitekim
Tevrat’ta, çıplak olduklarını anlayan Âdem ve Havva’nın, incir yapraklarını
dikip önlük yaptıkları zikredilmektedir.[56]
I. Hz. Âdem (A.S.) Ve Hz. Havva’nın Konulduğu Cennet
Kur’ân-ı Kerim’de,
Allah’ın Âdem ve Havva’ya Cennette yerleşmelerini emrettiği belirtilmekte
ancak bu Cennetin, âhirette iyilerin kalacakları Ebedîlik yurdu/Dârül-huld olan
Cennet olup olmadığı konusunda ise açık bir ifade bulunmamaktadır. Bu yüzden bu
Cennet hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür.
Ehl-i Sünnet
âlimlerinin ekseriyetine göre, Hz. Âdem ve Havva’nın konulduğu Cennet, âhirette
iyi insanların konulacağı Cennettir.[57]
Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) Mirac’a çıkarıldığı gece semânın katlarında
bulunduğu esnada gösterilmiş olan bu Cennet göktedir. Âdem ve Havva’ya
“ihbitû/ininiz” diye emredilmesi de, bu Cennetin gökte olduğunu
ortaya koymaktadır.
Ancak İslâm
âlimlerinden bir kısmı, burada Cennet kelimesinin Arapça lügat mânâsı olan
bahçeyi ifade ettiğini ve bu Cennetin yeryüzünde bir bahçe olması gerektiğini
düşünmüşlerdir. Bu görüşü ileri sürenler, görüşlerini ispat hususunda şu
delilleri getirmişlerdir:
1. Âdem ve
Havva’ya yasak konulması, bu Cennetin, âhire tte iyilerin
mükâfatlan d ırılacağı
Cennet olmadığını gösterir; çünkü orada herhangi bir yasak
olmayacaktır.
2. Cennette
isyan ve günah söz konusu olamaz; halbuki Â-dem ve Havva yasak ağacın
meyvesinden yemek suretiyle suç işlemişlerdir.
3. Orası
asıl Cennet olsaydı, orada kâfir bulunmazdı. Halbuki oraya girerek o ikisini
kandıran şeytan daha önce rabbinin emrine karşı gelip Âdem’e secde etmemiş ve
bu yüzden küfre düşerek Cennetten kovulmuştu.
4. Kur’ân-ı
Kerim’de bildirildiğine göre, âhiretteki Cennet ebedîlik yurdudur. Oraya girenler bir daha çıkmaz;[58]
halbuki Âdem ve Havva oradan çıkarılmışlardır.
5. Âdem,
yeryüzünde halife olması için yaratılmıştır ve yaratıldığı yer de yeryüzüdür.
Eğer onun Cennette yaratılıp bir günah dolayısıyla dünyaya indirildiği
düşünülürse, bu onun yaratılış gayesiyle çelişir. Eğer yeryüzünde yaratılıp
Cennete yükseltildiği iddia edilecek olursa, iddia sahiplerine verilecek cevap
Kur’ ân-i Kerim’de bu görüşü doğrulayacak bir delilin mevcut olmadığıdır.
Müslüman âlimlerden
bâzıları da, bu konuda kesin bir sonuca varılamayacağı düşüncesiyle tartışmaya
girmekten ve görüş belirtmekten kaçınmışlardır.[59]
Tevrat’a göre ise,
Âdem ve Havva’nın konulduğu Cennet, yeryüzünün doğu kısmında, Aden’de bir bahçedir,
yani bir dünya Cennetidir. Allah, korunması için Âdem’i bu bahçeye koyar,
bahçenin her ağacından yiyebileceğini; ancak, hayat ağacı veya iyilik ve
kötülüğü bilme ağacından yememesi gerektiğini, aksi takdirde öleceğini
bildirir.[60] Daha sonra onun yalnızlığını
gidermek için kaburga kemiğinden Havva’yı yaratır. [61]
İ. Tevbelerinin Kabulü Ve Cennetten Yeryüzüne İndirilmeleri
Âdem (a.s.) ve Havva,
Allah’ın emrine rağmen işledikleri hatâ yüzünden büyük bir pişmanlık içine
düşmüşlerdi.[62] Bağışlanmaları için
Allah’a yalvarmaya başladılar:
“O ikisi, ‘Ey
Rabbimiz! Biz, kendimize zulmettik. Eğer sen bizi bağışlamaz ve bize merhamet
etmez isen, şüphesiz hüsrana uğrayanlardan oluruz’dediler.[63]
Cenab-i Allah, Âdem ve
eşinin tevbelerini kabul etti:
“Daha sonra Âdem,
rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve ,
derhal tevbe etti. Çünkü Allah tevbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır.[64]
Ancak Yüce Allah,
tevbelerini kabul etmekle birlikte, işledikleri bu suç sebebiyle o ikisini,
içinde bulundukları Cennetten yeryüzüne indirdi. Böylece, Allah’ın, Âdem’i
yaratırken ona takdir ettiği yeryüzündeki halifelik görevi de fiilen başlamış
oluyordu. Çünkü Allah Teâlâ, onu yeryüzünde kendisine halife olmak üzere
yaratmıştı. Âdem’in (a.s.) Cennetten yeryüzüne indirilmesinin sebebi, her ne
kadar şeytanın vesvesesine kapılarak bilinen hatayı işlemesi olsa da, o her
halükârda zamanı gelince yeryüzüne gönderilecek, kendisine verilen bu ulvî
görevi muhakkak surette yerine getirecekti. Bununla birlikte, yeryüzüne
indirilmesine kadar onun başından geçenler, onun nesli için önemli bir ibret
sahnesi idi ve ilâhî bir hikmete dayanıyordu. Allah Teâlâ, onu ve neslini,
yeryüzünde karşılaşabilecekleri bir takım hâdiselere karşı hazırlıklı olmaları
ve bilhassa şeytanın düşmanlığı konusunda uyanık bulunmaları hususunda uyarmış,
ikisinin başından geçenlerle unutamayacakları bir ders vermişti. Bu tecrübe,
Âdem ve neslinin, gerçek düşmanları şeytanı iyi bir şekilde tanımalarını da
sağlamıştı.
Allah Teâlâ, Cennetten
çıkardığı Âdem ve eşine, nesillerinin belirli bir süre dünyada kalacaklarını,
bu süre içinde dünyadan faydalanıp onu imar edeceklerini, bâzı meseleler
yüzünden aralarında anlaşmazlıkların çıkacağını, sonunda öleceklerini ve yeniden
diriltileçeklerini haber verdi. Ayrıca, insanlar arasından peygamber olarak
seçeceği kişilerle, insanlara doğru yolu göstereceğini, göstermiş olduğu bu
yola tâbi olanların kurtuluşa ereceklerini müjdeledi. Peygamberleri inkâr eden
ve onlara gönderilen emirleri yalanlayan kâfirlerin ise ebedî olarak Cehenneme
atılacaklarını bildirdi:
“Allah buyurdu:
Bir kısmınız, diğer bir kısmınıza düşman o-larak Cennetten inin. Yeryüzünde
sizin için bir müddete kadar, yerleşme ve geçim imkânı vardır. Yine şöyle dedi:
Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve tekrar oradan diriltilip çıkarılacaksınız.[65]
“Şeytan, onların
ayaklarını kaydırıp haddi tecavüz ettirdi ve onları içinde bulundukları Cennet
nimetlerinden çıkarttı. Bunun üzerine, ‘Birbirinize düşman olarak ininiz, sizin
için yeryüzünde barınak ve belli bir zamana dek yaşamak vardır’ dedik. Daha
sonra Âdem, rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tevbe etti. Çünkü Allah
tevbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır.
Biz onlara, ‘Hepiniz
oradan yeryüzüne inin. Tarafımdan size hidâyet geldiğinde, kim hidâyetime
uyarsa, onlara bir korku yoktur. Onlar, üzülmeyecektir de!’ dedik. İnkâr edip,
âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar, cehennemliktirler. Orada
ebedî olarak kalacaklardır.[66]
“Dedi ki: Bâzınız
bâzınıza düşman olarak oradan inin! Artık benden size hidâyet geldiğinde, kim
benim hidâyetime uyarsa, o sapmaz ve bedbaht olmaz. Kim de beni anmaktan yüz
çevirirse, şüphesiz onun için dar bir geçim vardır ve biz onu Kıyamet günü kör
olarak hasrederiz.[67]
Meseleye, Hz. Âdem ve
Havva’ya verilen “oradan ininiz” emrinin bir kovulma olmadığı;
aksine yeryüzünde halife olarak yaratılmanın zarurî bir sonucu olduğu
noktasından bakan Mevdu-dî, o ikisinin bir süre Cennette tutulmalarının imtihan
sebebiyle olduğunu belirtir. Buna göre, tevbelerinin kabul edilmesinden sonra,
Cennette kalmalarına izin verilemezdi.
Dolayısıyla dünyaya
bir ceza olarak değil, yaratılış gayesi nedeniyle gönderilmişlerdi.[68]
Çünkü Allah Teâlâ, onu yeryüzünde halife yapmak için yaratmıştı ve O’nun
iradesini engelleyecek bir şey de olamazdı.
Kur’ân-ı Kerim, Hz.
Âdem (a.s.) ile Havva’nın yeryüzünün hangi yöresine indirildikleri hakkında
bilgi vermemiştir. Tefsir, kısas-ı enbiyâ ve diğer tarih kaynakları ise, Yahudi
kaynaklarından bâzı bilgiler aktarmışlardır. Bu rivayetlere göre, yeryüzüne inmeleri
emri verilince, Hz. Âdem (a.s.) Hindistan’daki Dehnâ, Büz dağı veya Serendib
adasına; Havva ise Arabistan’ın Hicaz bölgesindeki Cidde’ye inmiştir. Adem
(a.s.), Havva’yı aramak için Arabistan’a kadar gelmiş, ikisi Arafat’ta
Müzdelife mevkiinde buluşmuşlardır. İlgili rivayetlerde, yılanın ve şeytanın
nereye indirildikleri hakkında da bilgiler bulunmaktadır.[69] Bu
rivayetlerin ciddî bir dayanağı yoktur. İbn Kesir’in dediği gibi, bunlar,
“karanlığa taş atmak, delilsiz ve mesnetsiz konuşmaktan başka bir şey
değildir.”[70]
K. Hz. Âdem (A.S.)’ın Peygamberliği
Kur’ân-ı Kerim’de,
Âdem (a.s.)’m Allah Teâlâ’dan vahiy aldığı[71],
Allah’ın ona hitap ederek sorumluluk yüklediği[72],
tevbesini kabul edip doğru yola yönelterek seçkinlerden kıldığı bildirilmiştir.
Bu âyetlerden birinde şöyle denilmektedir:
“Ama sonra rabbi
onu rahmetiyle seçip ayırdı, Onun tevbesini kabul etti ve ona doğru yolu
gösterdi.[73]
Peygamberliğinin kesin
birer delili olan bu âyetlerden birinde de, onun, Hz. Nuh, Hz. İbrahim
hanedanı ve İmrân hanedanı ile birlikte âlemlere üstün kılındığı belirtilerek
şöyle buyu-rulmuştur:
“Şüphesiz Allah,
Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini birbirlerinin soyundan
olarak âlemlerden üstün kıldı. Allah, her şeyi çok iyi işiten, çok iyi
bilendir.[74]
Sevgili Peygamberimiz
de, ilk peygamberin Hz. Âdem olduğunu söylemiştir.[75]
L. Hz. Âdem (A.S.)’In Nesli
Cenab-ı Allah,
yeryüzüne indirdiği Âdem ve Havvâ^a nesillerini devam ettirecek çocuklar ihsan
etti:
“Ey insanlar!
Sizi tek bir candan yaratan, ondan eşini var eden ve her ikisinden de bir çok
kadın ve erkek türetip yeryüzüne yayan rabbinizden korkun.”[76]
Rivayete göre, Âdem
(a.s.) ile Havva’nın çocukları, her batında, biri erkek öbürü kız olmak üzere
ikiz doğuyordu. Bu şekilde, 20 batında 40 çocukları olmuştu.[77]
Evlâdına peygamber olarak görevlendirilen Hz. Âdem (a.s.), gittikçe sayıları
artan ve yeryüzünü imara çalışan neslini, Allah’tan aldığı emir ve yasaklar
doğrultusunda yönetiyordu.
Allah (c.c.) daha
sonraları ise onun nesli arasından bâzı şahısları da yine kendisine elçi olarak
seçti. Bu elçileri vasıtasıyla insanlara emir ve yasaklarını ulaştırdı.
Elçilerine ve onlara uyanlara kurtuluş vâdetti, onların düşmanlarını Cehennemle
korkuttu.
İnsanlık tarihinin ilk
dönemlerinden itibaren İnsanlar iki cepheye ayrıldılar. Bir tarafta
peygamberler ve onlara uyanların temsil ettiği tevhid cephesi, diğer tarafta
ise Allah’ı ve peygamberleri inkâr edenlerin oluşturduğu küfür cephesi. Bu
durumu ve Âdem kıssasını değerlendiren Elmalılı şöyle der:
“İşte yeryüzünde
insanlığa ait hilâfetin oluş şekli bu iniş ve bu vaad ve vaîd ile beraber
olmuştur. Ve bu sıfat Âdem’den evladına intikal edecek, bunu bilenler birinci
kısımdan, yalanlayanlar ikinci zümreden olacaktır. Biri ilk fıtratın gereğine
halef olacak, biri de geçici olan hatayı huy edinerek görünüşte Âdem’e, gerçekte
ise şeytana halef ve arkadaş olacaklardır. Şu halde, insan Kur’ân’ın bu
kıssalarını iyi düşünmeli ve daima hatırında tutmalıdır. Görülüyor ki,
kıssanın sonunda beyanın ifade şekli, bütün Âdem oğullarını hedef almakta ve
Âdem ile Havva burada âdeta nesilleriyle beraber bir cinsi temsil etmektedirler.
“[78]
Cennette Hz. Âdem
(a.s.)’a ve eşine musallat olarak onları günaha sevk eden ve böylece Cennetten
çıkarılmalarına sebep olan şeytan, yeryüzünde de Âdem (a.s.) ve neslinin
peşinde olacak ve onları günah ve yasaklara sevk edebilmek için elinden gelen
gayreti gösterecektir. İnsanlar, Allah’ın emirlerini terk ettikleri takdirde,
onun iğvâsma kapılmaya son derece müsait hale gelirler ve çeşitli günahları
işlerler. Bu bakımdan, Cennette Hz. Âdem (a.s.) ve eşine yasaklanan günah
ağacı, insanlara yeryüzünde haram kılınmış olan bütün fiil ve hareketleri
temsil eder. Âdem (a.s.) ve eşinin bu yasağı çiğnedikten sonra pişmanlık duymaları ve tevbe kapısına
sığınmaları da, günah işleyen insanlar için tevbe kapısının açık olduğunu
gösterir. Ancak kıssadan da anlaşıldığı gibi, asıl olan Allah’ın gönderdiği
peygamberlere tâbi olup onların yolundan giderek şeytanın iğvâsmdan korunmaktır. Şeytana uyan ve onu rehber edinenlerin ise
sonu felâkettir ve ebedî yurtları Cehennem olacaktır. Netice olarak, Hz. Âdem (a.s.) kıssası, insanoğlunun kıssasıdır; her insanın bundan ibret alması gerekir. [79]
M. Hâbil Kabil Kıssası
Kur’ân-ı Kerim’de, Hz.
Âdem (a.s.)’in isimleri verilmeyen iki oğlunun[80]
başından geçen önemli bir olay anlatılmıştır. Ehl-i Ki-tap’tan nakledilen
rivayetlerde onların isimleri Hâbil ve Kabil ola-rak verilmektedir. Bu iki
kardeş arasında geçen kıssa, Kur’ân-ı Kerim’de insanların ve bilhassa
mü’minlerin ders almaları için anlatılmıştır.
Hâbil ile Kabil, iki
kardeş olmakla birlikte ahlakî bakımdan tamamıyla farklı iki şahıstır. Hâbil
iyiliği, hakka teslim olmayı, hakkaniyet ve takvayı temsil etmektedir. Kabil
ise bencillik, ihtiras, kıskançlık ve hakka isyan duyguları ile doludur.
Kur’ân-ı Kerim, isimlerini vermediği bu iki kardeş arasında geçen önemli olayı,
dar bir çerçevede anlatmıştır. Buna göre, iki kardeş Allah’a birer kurban
sunmuş, ancak birinin kurbanı kabul edilirken diğerininki reddedilmiştir.
Kardeşinin kurbanının Allah tarafından kabul edilmesini çekemeyen Kabil,
kıskançlık sonucu, aslında hiç bir suçu olmayan kardeşi Hâbü’i öldüreceğini
söyler. Hâbîl ise, bunda bir suçunun bulunmadığını, kurbanın kabul veya
reddinin kendisiyle değil, Allah’tan korkmakla ilgili olduğunu açıklar ve
kendisine saldıracak olursa, âlemlerin rabbinden korktuğu için asla karşılık
vermeyeceğini hatırlatır ve şöyle der: “Ben isterim ki, sen, benim
günahımı da, kendi günahını da yüklenip Cehennem halkından olasın! Zâlimlerin
cezası budur.” Bu haklı savunmasına rağmen Kabil onu öldürür; ancak onun
cesedini ne yapacağına karar veremez. O esnada Allah tarafından gönderilen bir
karganın yeri eşelediğini görür. Bundan dersini alır, kardeşinin ölüsünü Örtmek
için bir karga kadar dahi olamadığını söyleyip büyük bir pişmanlık ve vicdan
azabına düşer. Kıssa Kur’ân-ı Kerim’de şöyle anlatılmaktadır:
“Ey Muhammed!
Onlara Âdem’in iki oğlunun kıssasını hak-kiyle anlat Hani ikisi birer kurban
sunmuşlar, birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. Kurbanı
kabul edilmeyen ötekine, ‘Andolsun, seni öldüreceğim.’ deyince, kardeşi, ‘Allah
ancak kendisinden korkanların kurbanını kabul eder. Andolsun, e-ğer sen beni
öldürmek üzere elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için sana elimi uzatmam.
Çünkü ben, âlemlerin rabbinden korkarım! Ben isterim ki, sen, benim günahımı
da, kendi günahını da yüklenip Cehennem halkından olasın! Zâlimlerin cezası budur.
‘ dedi.
Bunun üzerine kurbanı
kabul edilmeyenin nefsi, kendisini kardeşini öldürmeye teşvik etti ve sonunda
onu öldürdü. Böylece zarara uğrayanlardan oldu. Derken Allah, bir karga
gönderdi, karga, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için toprağı
eşeliyordu. ‘Yazık bana, kardeşimin cesedini örtmek için, bu karga kadar
olmaktan aciz kaldım,’ dedi, pişmanlık ve vicdan azabıyla çarpıldı.”[81]
Görüldüğü gibi, bir
insanın, kendisine hiçbir kötülük yapmayan sâlih ve muttaki kardeşini haksız
yere öldürmesi gibi büyük bir cinayet, ilk olarak Kabil tarafından işlenmiştir.
însan öldürmek büyük bir zulüm; neticesi de pişmanlık ve hüsrandan başka bir
şey olmadığı halde, ne yazık ki bu, insanlar arasında, sürekli bir hâle
gelmiştir. Menfaat duygulan veya Kabil’de olduğu gibi kıskanma ve zarar verme
arzusu, insanları bu çirkin işe sevk etmektedir.
Kur’ân-ı Kerim, iki
kardeşin kıssasını bu dar çerçevede anlatmış, teferruata girmemiştir. Sahih
hadislerde ise, buna ilâve olarak, insanlık tarihinde haksız yere adam öldürme
âdetini başlatan Kabil’in, Kıyamete kadar haksız yere adam öldürme suçunu
işleyenlerin günahlarından da bir sorumluluk taşıdığı ifade edilmiştir.
Peygamberimiz, şöyle buyurmuştur:
“Haksız yere
Öldürülen her bir insanoğlunun kanından bir hisse, Âdem oğullarından öldürme
fiilini ilk işleyene ayrılır. Çünkü O (Kabil), bu cinayeti âdet edinenlerin
önderidir.”[82]
Tefsir ve tarih
kitaplarında ise, Kur’ân-ı Kerim ve hadiste geçen bu bilgiler dışında, konu ile
ilgili pek çok rivayet bulunmaktadır. Tamamına yakını Tevrat ve şerhlerinden
nakledilmiş olan ve doğruluğuna dâir bir delil bulunmayan bu anlatımların bir
kısmı özet olarak şöyledir:
Hz.Âdem (a.s.)’in
çocukları, biri erkek biri kız olmak üzere hep ikiz doğardı. Böylece Âdem
(a.s.)’in Havva’dan 20 batında 40 çocuğu oldu. Bir batında doğan erkek, kendi
ikiziyle evlenemez, dolayısıyla diğer batınlarda doğan kızlardan biriyle
evlenirdi. Kabil ile Hâbil’e kadar böyle devam etmiş ve bu hususta herhangi
bir anlaşmazlık çıkmamıştı. Daha büyük olan Kabil ziraatla, Hâbil ise
çobanlıkla meşgul oluyordu. Hz. Âdem (a.s.), Hâbil’i, Kabil’in ikizi olan kızıyla
evlendirmek istedi. Ancak Kabil, insanlığın başlangıcında sâdece Âdem’in
çocukları için geçerli olan bu kurala uymak istemedi. İkizi olan kız
kardeşinin, Hâbil’in ikizinden daha güzel olduğunu söyleyerek, onunla evlenmek
hakkının kendisinde olması gerektiğini savundu. Bunun üzerine Hz. Â-dem (a.s.),
bu kızıyla evlenmek hakkının hangisine ait olduğunu belirlemek hususunda, o
ikisinden Allah’a birer kurban takdim et-melerini istedi ve kimin kurbanı kabul
edilirse onun haklı olacağını söyledi. Buna razı olan iki kardeş, Cenab-ı
Hakk’a birer kurban takdim ettiler. Hayvancılık yapan Hâbil, sürüsünde bulunan
en semiz ve en güzel koçu (veya sığın) kurban ederken, zirâatla geçinen Kabil
ise, kurban olarak, yanında bulunan ekinin en kötüsünden bir demet başak
takdim etmişti. Bu esnada gökten gelen ateş, Hâbil’in kurbanını yaktı, Kabil’in
kurbanına ise hiç dokunmadı ve onu olduğu gibi bıraktı. Ateşin yakması, sunulan
kurbanın kabul edildiğini gösteriyordu. Buna göre, Hâbil’in kurbanı kabul
edilirken Kâbü’inki reddedilmişti. Bu netice, Kabil’i kıskançlık ve düşmanlığa
sevk etti. Bunda bir suçu olmayan Hâbil’i aşın derecede kıskandı ve ona düşman
kesilerek onu öldüreceğini söyledi. Hâbil ise, kardeşine kurbanının reddedilme
sebebinin takvasızlığı olduğunu ve bunun kendisiyle alakasının bulunmadığını
söyledi ve insan öldürmenin kötülüğünü ve bunun acı sonunu hatırlattı. Ayrıca
kendisinin böyle bir şeyi asla yapmayacağını belirtti; ancak bütün çabasına
rağmen, Kabil’i bu kararından vazgeçiremedi. Kabil, onu öldürmek için peşine
düştü. Kendisinden korkarak dağların tepesine kaçan kardeşini, bir gün,
koyunlarının başında uyurken yakaladı ve bir taşla başını ezerek öldürdü.
Onu Öldürdükten sonra,
cesede ne yapılacağını bilemediği için öldürdüğü yerde olduğu gibi bırakmıştı.
Cesedin etrafında yırtıcı kuşlar ve hayvanların dolaştığını görünce,
parçalamala-nndan korkup cesedi sırtına aldı ve 40 gün boyunca oradan o-raya
taşıdı. Hatta yüz sene taşıdığını bildiren rivayetler vardır. Bu müddet
zarfında kuşlar ve yırtıcı hayvanlar cesedi yiyebilmek için onun etrafında
dönüp-dolaştı.
Kabil’in daha önce
beyaz olan teni, kardeşini öldürünce simsiyah kesildi. Babası Âdem, kardeşinin
nerede olduğunu sorunca, onu tersledi ve kardeşinin çobanı olmadığını söyledi.
Bu olaydan sonra yüz yıl daha yaşayan Âdem, bu bir asırlık uzun süreyi matem
içinde geçirdi; hattâ bir defa olsun
gülmedi.
Bir rivayete göre de,
kardeşini öldüren Kabil, babasından kaçarak Yemen’deki Aden’e gitmişti. Burada
karşısına çıkan şeytan, ona, Hâbil’in takdim ettiği kurbanın ateş tarafından
yenilerek kabul edilmesinin, onun ateşe tapmasına bağlı olduğunu, dolayısıyla
arzusuna ulaşmak istiyorsa kendisinin de ateşe tapması gerektiğini söyledi.
Bunun üzerine Kabil, bir ateşgede yaptı ve ateşe tapmaya başladı. Böylece
katillerin öncüsü olduğu gibi ateşe tapanların da öncüsü oldu.[83]
Kardeşini öldüren
Kabil, geçtiği gibi, cesede ne yapılması gerektiğini bilmiyordu. Allah
tarafından gönderilen iki kardeş karga, onun önünde dövüştüler ve biri diğerini
öldürdü. Ardından bir çukur eşti ve ölü kargayı oraya gömdü. Onu gören Kabil,
kardeşinin cesedini defnetti. Başta söylediğimiz gibi, bu rivayetlerin
doğruluğu sabit değildir. Önemli bir kısmının hayal gücünün ürünü olduğu
kesindir.[84]
[1] Hz. Âdem’in İsminin geçtiği âyetler şunlardır: Bakara
süresi, 2/31, 33, 34, 35, 37; Âl-i İmrân sûresi, 3/33,59; Mâide sûresi, 5/27;
A’râf sûresi, 7/11, 19, 26, 27, 31, 35, 172; îsra sûresi, 17/61, 70; Kehf
sûresi, 18/50; Meryem sûresi, 19/58; Tâhâ sûresi, 20/115, 116, 117, 120, 121;
Yâsîn süresi, 36/60.
[2] Abdülvahhâb en-Neccâr, Kasasul-enbiyâ, Kahire 1934,
s.13.
[3] A’râf sûresi, 7/26-27.
[4] A’râf sûresi, 7/31.
[5] Nisa süresi, 4/1.
[6] Zümer sûresi, 39/6.
Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 72-73.
[7] Al-i imrân sûresi, 3/59.
[8] Araf sûresi,
7/12; İsra sûresi,
17/61; Mü’minun sûresi, 23/12;
Secde sûresi,32/7; Sâd sûresi,
38/76.
[9] Saffât sûresi, 37/11.
[10] Mü’minun sûresi, 23/12.
[11] Hicr sûresi, 15/26, 33; Rahman sûresi, 55/14. Âdem’in
süzme çamurdan yaratıldığını bildiren âyette, onun neslinin yaratılışının
safhaları ise şu şekilde açıklanmıştır:
“Andolsun ki, insanı süzme çamurdan yarattık. Sonra onu sağlam bir
karargâhta nutfe hâline getirdik. Sonra nutfeyİ alâka yaptık. Peşinden alâkayı
bir küçük et parçası yaptık, bu bir çiğnemlik etten kemikler yarattık,
kemiklere de et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratışla insan yaptık.
Yaratanların en güzeli olan Allah ne uludur!” Mü’minun sûresi, 23/12-14.
[12] Bu rivayet için bkz. Ebu Davud, Sünnet, 160; Tirmizî,
Tefsir, 2/1; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 400, 406.
[13] Ebu Davud, Salât, 79; Tirmizî, Cum’a, 1; İbn Mâce,
İkâmetü’s-salât, 79; Cenâiz, 65; Dârimî, Salât, 206.
Tevrat’a göre de, İnsan, diğer bütün varlıklardan sonra, yaratılışın altıncı günü, yani Cuma
günü yaratılmıştır (Tekvin, 1/1-2 ).
[14] Âdem’in yaratılışı hakkında toplu bilgi için bkz.
Süleyman Hayri Bolay, “Âdem”, DÎA, I, 358-359.
[15] Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan
Yayınları: 73-74.
[16] Buradaki halifelik veya vekillik, Merhum Elmalılı’mn
ifadesiyle, asıl görevlinin geçici bir süre için görev mahallinden
ayrılmasından veya herhangi bir sebeple âciz düşmesinden değil, sırf asılın
vekiline bir şeref bahşederek lütufta bulunmasından doğan bir görev idi {Hak
Dini Kuran Dili, I, 259).
[17] Bakara sûresi, 2/30.
[18] Bakara sûresi, 2/31-33.
[19] îbn Haldun, el-Iber, Beyrut 1399/1979, II, 4 vd. Bu
hususta bkz. Bolay, “Âdem! DİA, I, 359.
[20] Bkz. Taberi, Tefsir, I, 199-200; Kurtubî, el-Câmi’ H-ahkâmi’î-Kurân
(Tefsir], (nşr. Ahmed Abdülâlim el-Berdûnî), Kahire 1373, I, 263-274;
Zemahşerî, el-Keşşaf an-hakâiki’t-tenzil {Tefsir), Beyrut ts., I, 271; Abdülğanİyy
er-Râhicî, Âdem (a.s.), Kahire ts., s. 63.
Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 75-78.
[21] Kehf sûresinin 50. âyetinde İblis hakkında şöyle
denilmektedir:
“Hani biz
meleklere, ‘Âdem’e secde edin,’ demiştik, îblis hariç olmak üzere, onlar hemen
secde ettiler. îblis, cinlerdendi; rabbinin emrinden çıktı. Şimdi siz, beni
bırakıp da onu ve soyunu mu dost ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin
düşmanlan-nızdır. Zâlimler için bu ne fena bir değişmedir!”
İblis’in melek veya cin
olduğu hakkında iki görüş mevcuttur. Müfessirlerden bâzıları, âyetteki
istisnayı deül göstererek, îblis’in meleklerden olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Diğer mûfessirler ise, buradaki İstisnanın “münkatı”‘ istisna olduğunu,
dolayısıyla, istisna edilen şeyin diğerlerinden farklı olması gerektiğini söyleyerek
İblis’in melek değil cin olduğu görüşünü savunmuşlardır. Hasen-i Basrî,
Katâde ve Zemahşerî bu
görüştedirler. Bu görüşü tercih ettiğini söyleyen zamanımız müfessirlerinden
Sâbûnî, dayanak olarak şu delilleri getirmiştir:
1.
“Onlar, Allah’ın kendilerine emrettiği şeylere karşı gelmezler.”
(Tahrim sûresi, 66/6) mealindeki âyetten de anlaşıldığı gibi, melekler
isyandan münezzehtir. Halbuki İblis, Allah’ın emrine karşı gelerek isyan
etmiştir.
2. Melekler
nurdan, İblis ise ateşten yaratılmıştır. Dolayısıyla yaratılışları da
farklıdır.
3. Meleklerin
zürriyeti yoktur. Halbuki, “Şimdi siz, beni bırakıp da onu (İblis’i) ve
onun zürriyetini mi dost ediniyorsunuz?” (Kehf sûresi, 18/50) mealindeki
âyette de ifâde edildiği gibi İblis’in zürriyeti vardır.
4. “İblis
cinlerdendi. Rabbi’nin emrinden dışan çıktı.” (Kehf sûresi, 18/50) mealindeki âyette,
îblis’in cinlerden olduğu
açık bir şekilde
İfâde edilmiştir. Sâbûnî, Allah’ın bu sözünün tek başına dahi, bu
konuda hüccet ve delil olarak yeteceğini söyler [Safuetü’t-tefûsİr, trc.
Sadreddin Gümüş-Nedim Yılmaz, İstanbul 1995, I, 89; en-Nübüuue, 120 vd.).
İblis’in melek
olmadığını kabul etmek, meleklere verilen secde emrinin onu niçin
ilgilendirdiği sorusunu akla getirmektedir. Neccâr, bu muhtemel soruya şöyle
cevap vermiştir: “Bu sorunun cevabı, Allah’ın bu emri, Âdem’e ruh
üfürül-düğü sırada orada hazır bulunanların tamamına vermiş olduğu şeklindedir.
Orada bulunanların kahir ekseriyeti melek olduğu için, Allah, sâdece onları
zikrederek, huzurunda bulunanların tamamını kastetmiştir. Dolayısıyla İblis
de, melek
olmadığı halde, bu
emrin muhatapları arasındadır [Kasasu’l-enbiyâ, 20-21).
[22] Bakara sûresi, 2/34. İlgili âyetlerde Allah’ın emri
üzerine meleklerin derhal Âdem’e secde ettiklerinin bildirilmesine rağmen, bâzı
tefsir ve tarih kitaplarında, Ibn Abbas’a atfen bunun zıddına bir rivayet
nakledilmiştir. İlgili âyetlerle açık bir tezat teşkil eden, aynı zamanda
İslâmın melek anlayışına da aykırı olan ve uydurma olduğu açıkça anlaşılan bu
rivayete göre, güya, secde emrini İlk olarak a-lan meleklerin tamamı, Allah’ın
emrini dinlememişler ve bu yüzden yakılarak cezalandırılmışlardır. Secde
emrinin muhatabı ikinci ve üçüncü grup melekler de, aynı şekilde Allah’ın
emrine karşı gelmişler ve bu yüzden yakılmışlardır. Ancak dördüncü grup itaat
ederek secdeye kapanmış, içlerinden yalnız İblis secdeden kaçınmıştır (Bu
rivayetler için bkz., Taberi, Tefsir, XIV, 31, Taberî, tarihinde ise, (I, 44)
üçüncü grubun secde ettiğini nakletmiştir).
[23] Hicr sûresi, 15/28-31.
[24] İblis’in bu secde anına kadar meleklerle birlikte
bulunması, henüz nefsine ve duygularına dokunacak bir imtihana tâbi tutulmamış
olmasıyla da izah edilmiştir. Buna göre, Önceden İblis’i ilgilendiren
durumlar, ona verilen emirler veya yasaklar onun İstek ve eğilimleri
doğrultusunda gerçekleşmiş, bu yüzden onun nefsine mî, yoksa Allah’a mı itaat
ettiği hususu anlaşılmamıştır. Ne zaman ki, Allah Teâlâ, Âdem’i yaratmış,
meleklere ve onlarla birlikte bulunan tbiis’e Âdem’e secde etmelerini emretmiş,
işte bu İmtihan, tblis’in duygularına dokunmuş ve onun içyüzünü ortaya
çıkarmıştır. Onun önceki itaatinin, ilâhî emir ile nefsinin emrinin
çatışmamasına bağlı olduğu anlaşılmıştır. Buna göre, gerçekte tblis, önceden
de, Allah’a değiİ kendi nefsine tapıyordu. Neye tapmakta olduğunu ortaya
çıkaracak ilk imtihanında bunu açığa vurdu, kibri ve kıskançlığı yüzünden
Allah’ın emrine itaatten kaçındı ve isyan etti.
Allah’tan kendisine
Kıyâmet’e kadar süre tanımasını istemesinden, İblis’in, verilen emre isyanı
sebebiyle küfre düşmekle birlikte, Allah’ı ve Kıyâmet’i inkâr etmediği
anlaşılmaktadır.
Âdem’e secde emri, İblis’in/şeytanın içyüzünü ortaya koyan ve onu
meleklerden ayırdeden bir imtihan olurken, insanları saptırmak hususundaki
dileğinin kabul edilmesi ve Kıyamete kadar bırakılması da Hz. Âdem ve soyu
hakkında bir imtihan olacaktır (Bu konuda bkz. Elmalıh, IV, 17-20 ).
[25] Isra sûresi, 17/61-65.
[26] Hicr sûresi, 15/33-43.
[27] A’râf sûresi, 7/11-18.
[28] Sâd sûresi, 38/71-85.
Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 78-83.
[29] Mevdûdî, Tefhim, II, 15.
[30] Isra süresi, 17/70.
[31] Tin sûresi, 95/4.
[32] A’râf suresi, 7/179.
Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 83-84.
[33] Nisa süresi, 4/1.
[34] A’raf sûresi, 7/189.
[35] Zümer süresi, 39/6.
[36] Buhâri, Nikah, 79-80; Müslim, Radâ, 65; Tirmİzî,
Talâk, 12; İbn Mâce, Taharet, 77; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 228, 449. Bu
konudaki hadislerden birinde Rasül-i Ekrem (a.s.), şöyle demiştir:
“Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum; vasiyetimi tutunuz. Zira kadınlar kaburga
kemiğinden yaratılmışlardır. Bu kemiğin en eğri kısmı üst tarafıdır. Eğer sen
eğri kemiği doğrultmaya çalışırsan onu kırarsın. Kendi haline bırakırsan öylece
kalır ve o haliyle görevim yerine getirir. Öyleyse kadınlar hakkındaki tavsiyemi
tutunuz.” (Buhâri, Enbiyâ, 1, Nikah, 80; Müslim, Radâ, 60).
islâm âlimlerinin ekseriyeti, bu hadise dayanarak, Havva’nın Hz. Âdem’in
kaburga kemiğinden yaratıldığını kabul etmişlerdir. Ancak, bâzı âlimler, bu
hadisin, kadınların ruhî hassasiyetine ve hırçınlığına işaret eden mecazî bir
ifade olabileceğine dikkat çekmişler ve Hz. Peygamber’in bu sözüyle, kadının
yaratılışına dair biyolojik bilgi vermekten ziyâde, kadınlarla nasıl geçinmek
gerektiğini anlattığını düşünmüşlerdir (Bkz. Riyazü’s-sâlihîn Tere.(açıklamalar),
II, 318; Harman, Havva”, DİA, XVI, 544; Muhammed Vasfı,
el-rtibaâtü’z-zemenî vel-‘akâidî bey-nel-enbiyû ve’r-rusül, Beyrut 1418/ 1997,
s. 24).
[37] Bu rivayetler için bkz. Tekvin, 2/18-23; 3/20; Taberî,
Tefsir, I, 229/230; Tarih, I, 52-53; Salebi, Amisü’-l nıecâlis, Beyrut
1405/1985, s.29.
Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 84-85.
[38] Mevdûdî, Tefhim, I, 65.
[39] Bakara, 2/35.
[40] Tâhâ sûresi, 20/117-119.
Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 85-86.
[41] A’raf, 7/20-21.
[42] Tâhâ süresi, 20/120.
[43] Tevrat’a göre ise, önceden kapalı olan gözleri
isyanları yüzünden açılınca çıplak olduklarım görürler ve incir yaprağıyla
avret yerlerini örtmeye çalışırlar (Tekvin, 2/7).
[44] A’râf sûresi, 7/22.
[45] Tâhâ sûresi, 20/120-121.
[46] Ancak, bâzı hadis kaynaklarında, “Şayet Havva
Adem’e hıyanet etmeseydi (şeytana kamp kocasına bu yasağı işlemeye ikna
etmeseydi), kadınlar, asîâ kocalarına hainlik etmezler, onları
benzen hatalara sürüklemezlerdi, “anlamında bir hadis
nakledilmiş
bulunmaktadır (Bkz. Buhâri, Enbiyâ, 1,
25; Müslim, Radâ, 62-63; Ahmed b.
Hanbel, Müsned, II, 304, 315, 349).
Hadis yorumcuları,
Peygamberimiz’in, bu sözüyle, Havva’nın ilk günahtaki rolünü kastettiğini
düşünmüşlerdir. İbn Hacer el-Askalânî, kanâatini şöyle ifâde etmiştir:
“Havva, şeytanın kendisine şirin gösterdiği şeyi kabul etmiş ve kendisi de
bunu Âdem’e şirin göstermiştir. İşte hadisteki hıyanetin anlamı budur.”
[Fethul-bdri (Hatîb), VI, 424). Bu ve benzeri yorumlara göre bu hadis, Hz.
Havva’nın şahsında kadınların daha kolay ikna edilebildiğini gösterdiği gibi,
-yaygın görüşe göre o sırada henüz peygamberlik görevi verilmemiş olsa da-
Yüce Allah’ın peygamberlik mertebesine lâyık gördüğü Âdem’in şahsında
erkeklerin de kandmlabıldi-ğini ortaya koymaktadır. Buna İlâve olarak, onun
kandırılmasında asıl olan şeytanın vesvesesinin yanında hanımının
teşviklerinin de etkili olduğuna işaret etmektedir. Dolayısıyla, bu hadisi,
Yahudi-Hıristiyan geleneğindeki Havva’yı ayartıcı ve baştan çıkarıcı bir
varlık olarak gösteren ve onun şahsında kadını aşağılayan rivayetlerin bir
yansıması olarak görmeye gerek yoktur. Böyle olmakla birlikte, zamanımız
âlimlerinden bâzıları, hadis olarak nakledilen bu sözün, îslâmî anlayışa ters
düştüğünü ve asla Rasülullah’a ait olamayacağını ileri sürerek, onun Tevrat’tan
nakledildiğini iddia etmişlerdir (Muhammed Gazâlî, Fakihlere ve Muhaddislere
göre Nebevi Sünnet, trc. Ali Özek, İstanbul 1992, s. 280-281, 286).
Mevdûdî de, Kurân-ı
Kerim’de şeytanın bir yerde Âdem’e, iki yerde de İkisine birlikte vesvese
verdiğinin bildirilmiş olmasını, Tevrat’ta geçen şeytanın önce Havva’yı
kandırdığı, sonra da onun vasıtasıyla Âdem’i yoldan çıkardığı şeklindeki
rivayetin yanlışlığını ortaya koyduğunu ve iki kutsal kitap arasındaki bu
farkın aynı zamanda iki din mensuplarının kadına bakışını, yâni Yahudiliğin
kadını a-şağüamasına karşılık, îslâmın kadına büyük değer verdiğini
gösterdiğini söylemiştir [Tefhim, II, 21).
Tefsir, kısas-ı enbiyâ
ve tarih kitaplarında, Kuran ve hadislerde bulunmayan pek çok rivayet yer
almaktadır. Bu rivayetlerin neredeyse tamamında, şeytanın önce Havvây
kandırdığı, onun vasıtasıyla da Âdem’i yoldan çıkardığı belirtilmekte ve
onları nasıl tuzağa düşürdüğü farklı şekillerde anlatılmaktadır. Kaynağı büyük
Ölçüde İsrâiliyyât olan bu rivayetlerin bir kısmı İçin bkz. Aydemir, Peygamberler,
27-29.
[47] Harman, “Havva”, DÎA, XVI, 545.
[48] Yuhannanın Vahyi, 12/9.
[49] Tekvin, 3/1-6, 17. islâmî kaynaklar, gerek Tevrat’tan
gerekse Ehl-i Kitab’m elindeki diğer metinlerden, bu hususta pek çok rivayet
daha aktarmışlardır. Bu rivayetlere göre, Cennetten kovulmuş olan şeytan,
Cennetteki Âdem ve Havvâ^a vesvese vermek için bir yılan şeklinde veya bir
yılan aracılığıyla, yılanın karnına veya ağzına girerek ya da başka bir hayvan
suretinde bekçilere hissettirmeden Cennete sokulmuştur (Bu rivayetlerin
geçtiği yerler hakkında bkz. Aydemir, Peygamberler, 24, Dn. 22-28).
Müfessirlerin ekseriyeti bu tür rivayetleri uygun görmemişler, bu konuda
başlıca üç ihtimal üzerinde durmuşlardır: Bâzı müfessirlere göre, şeytan, Yüce
Allah’ın vermiş olduğu bir kuvvet ile, yerden göğe veya Cennete vesvese
ulaştırabilmiştir. Hasen-i Basri bu görüştedir. Diğer bazıları İse, Âdem ile
Havva’nın bazen Cennetin kapısına yakın geldiklerini, dışarıdan onları gözeten
İbÜs’in, tam bu esnada yakınlarına giderek ikisine vesvese verdiğini ileri
sürmüşlerdir. Âdem ile Havva’nın konulduğu Cennetin yeryüzünde olduğu
kanaatinde olan müfessirler için İse böyle bir meselenin söz konusu olmayacağı
açıktır (Bu görüşler için bkz. Elmalılı, IV, 24-25).
[50] Tâhâ süresi, 20/120.
[51] A’râf süresi, 7/20.
[52] İbn Kesir, Tefsir, Beyrut 1405; I, 80.
[53] Bu
rivayetler hakkında bkz.
Abdullah Aydemir, Tefsir’de Isrâüiyyât, Ankara 1979, s.256-257; Peygamberler, 25-26.
[54] Elmalılı, i, 276.
[55] Tâhâ süresi, 20/121.
[56] Tekvin, 3/7.
Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 86-91.
[57] Elmahlı, I, 275.
[58] Hicr suresi, 15/48.
[59] Bu konuda bkz. Bolay, agm., 36 vd. ; Talât
Koçyiğit-İsmail Cerrahoğlu, Kur’ân-ı Kerim Meal ve Tefsiri, Ankara, 1984, I,
96; Süleyman Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul, 1988, I, 146-147;
Muhammed Vasfı, 26-32.
[60] Tekvin, 2/9-17.
[61] Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan
Yayınları: 91-93.
[62] Ehl-İ Sünnet âlimlerinin ekseriyeti, Âdem İle
Havva’nın işlediği suçun bir günah olduğunu, yani o İkisinin kendileri için
konulan yasağı çiğneyerek ilâhî emre karşı geldiklerini ve bu yüzden âsi
olduklarını kabul etmişlerdir. Ancak, bâzıları, Tâhâ sûresinin 115. âyetinde
geçen “Andolsun ki biz, daha önce Âdem’e emir vermiştik; ancak o, unuttu
ve biz onu azimli bulmadık.” mealindeki ifadeye dayanarak, Âdem’in yasak
ağaca kasıt olmaksızın unutup dalgınlıkla yaklaştığını belirtmişlerdir. Ayrıca
Müslüman âlimlere göre bu hadise, Âdem’in Cennette bulunduğu sırada, henüz
peygamber olarak görevlendirilmesinden önce yaşanmıştır. Onun kasıtsız olarak
işlediği bu hatâ, tevbe etmesi üzerine Allah tarafından bağışlanmış, yeryüzüne
indirilmesinden bir süre sonra da kendisine peygamberlik verilmiştir (İslam
âlimlerinin bu konudaki görüşleri için bkz. Bolay, agm., 362).
Âdem ile Havva’nın
başından geçenler, hata, pişmanlık, tevbe, tevbenin Allah tarafından kabulü ve
affedilme merhaleleri bakımından insanlık tarihinin bir hülasası gibidir.
Ancak Hıristiyanlar, bunlardan çok farklı bir netice çıkarmışlardır. Onlara
göre, Hz. Âdem, yasak ağacın meyvesinden yemekle büyük bir günah işlemiş ve bu
yüzden Allah’ın gazabına uğramıştır. Onun bu günahı Kıyamete kadar doğacak her
çocuğa geçer. Dolayısıyla Hıristiyanlar, yeni doğan çocukların bu aslî günahtan
temizlenerek kurtulmasının ancak vaftiz edüme ile mümkün olduğuna inanırlar ve
bu sebepie çocuklarını vaftiz ederler.
fnciller’de belirtildiğine göre
insanlık, İsa’nın (a.s.)
gelişine kadar Âdem’in işlediği bu günahın vebalini taşımıştır. İsa,
beşeriyeti bu günahtan kurtarmak i-çin gönderilmiş ve çarmıha gerilerek kanı ve
canıyla bu günahın kefaretini ödemiştir (Bkz. Okiç-Cerrahoğlu, Tefsir, 1,
102).
[63] A’raf sûresi, 7/23.
[64] Bakara sûresi, 2/37.
[65] Â]-i İmran sûresi, 7/24-25.
[66] Bakara, 2/36-39.
[67] Tâhâ sûresi, 20/123-124.
[68] Tefhim, I, 67.
[69] Bu haberler İçin bkz. Taberî, Tarih, I, 60; Sa’lebî,
20 -21; İbnül-Esir, el-Kâmilfi’t-târîh, (nşr. Tornberg), I, 36-37; Aydemir,
Peygamberler, 30-31.
[70] İbn Kesir, Tefsir, IV, 374. Taberî de, bu rivayetlerde
anlatılanları ispat edecek delillerin bulunmadığım söylemiştir [Tarih, I, 60).
Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 93-96.
[71] Bakara sûresi, 2/37.
[72] Bakara süresi, 2/33, 35; A’raf sûresi, 7/19; Tâhâ
sûresi, 20/117.
[73] Bakara sûresi, 2/37; Taha süresi, 20/122.
[74] Âl-i İmran sûresi, 3/33-34.
[75] Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 178, 179, 265; Taberi,
Tarih, I, 75.
Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 96.
[76] Nisa sûresi, 4/1.
[77] Salebi, 43.
[78] Elmalılı, I, 279-280.
[79] Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan
Yayınları: 97-98.
[80] Bâzı müfessirler, rivayetlerde Hâbil ve Kabil
isimlerini taşıyan bu iki kardeşin, İsrâiloğullari’ndan İki şahıs olduğu
görüşünü ileri sürmüşlerdir. Hasen-İ Basrî’ye dayandırılan bu rivayete göre,
yeryüzünde ilk ölen insan Hz. Âdem’dir
Ancak bu görüş, çok zayıf bir görüş olarak kalmıştır. Âyetlerin böyle
anlaşılması neredeyse imkânsız görülmüştür. Çünkü hadislerde Âdem’in iki oğlu
arasında yaşanan bu olayın aynı zamanda ilk öldürme fiili olduğu
belirtilmiştir. Yeryüzünde ilk öldürme olayının, İsrailoğulları’ndan çok önce
meydana geldiği de tartışılmaz bir gerçektir (bu konuda bkz. Taberi, Tarih,
1,72; İbnül-Esir, I, 45; Reşid Rıza, Menar, VI, 342; Aydemir, Peygamberler,
40).
[81] Mâİde sûresi, 5/27-31.
[82] Tecrid-i Sarih Tercemesi, IX, 83.
[83] Taberî, Tarih, I, 82.
[84] Hâbil -Kabil kıssası hakkında nakledilen bu Isrâilî
haberlerin geniş bir özeti ve değerlendirilmesi için bkz. Aydemir,
Peygamberler, 37-41.
Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 98-102.